İSTANBUL ŞİİRLERİ
Sana dün bir tepeden baktım aziz Istanbul! Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiç bir yer. Ömrüm oldukça, gönül tahtına kurul! Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer.
Nice revnaklı şehirler görülür dünyada, Lakin Ehsunlu güzellikleri sensin yaratan. Yaşamıştır derim, en hoş ve uzun rüyada Sende çok yil yaşayan, sende ölen, sende yatan...
Yahya Kemal Beyatlı
İSTANBUL DESTANI
İstanbul deyince aklıma martı gelir Yarısı gümüş, yarısı köpük Yarısı balık yarısı kuş İstanbul deyince aklıma bir masal gelir Bir varmış, bir yokmuş.
İstanbul deyince aklıma Gülcemal gelir Anadolu'da toprak damlı bir evde Gülcemal üstüne türküler söylenir Süt akar cümle musluklarından Direklerinde güller tomurcuklanır Anadolu'da toprak damlı bir evde çocukluğum Gülcemalle gider İstanbul'a Gülcemalle gelir.
İstanbul deyince aklıma Bir sepet kınalı yapıncak gelir Şehzadebaşı'nda akşam üstü Sepetin üstünde üç tane mum Bir kız yanaşır insafsızca dişi Boyuna posuna kurban olduğum Kalın dudaklarında yapıncağın balı Tepeden tırnağa arzu dolu Sam yeli söğüt dalı harmandalı Bir şarap mahzeninde doğmuş olmalı Şehzadebaşı'nda akşam üstü Yine zevrak-i derunum Kırılıp kenara düştü İstanbul deyince aklıma Kapalıçarşı gelir Dokuzuncu Senfoni'yle kolkola Cezayir marşı gelir Dört başı mamur bir gelin odası Haraç mezat satılmakta Bir gelinle güvey eksik yatakta Köşede sedef kakmalı tombul bir ut Tamburi Cemil Bey çalıyor eski plakta Sonra ellerinde şamdanlar nargileler Paslı Acem kılıçları Amerikan kovboyları Eller yukarı.
Ne kadar da beyaz elbiseleri Amerikan deniz erleri Kocaman bir papatyadan yolunmuşlar gibi Sütten duru, buluttan beyaz Beyazın böylesine ölüm yakışır mı dersin Yakışmaz Ama harbederken onlara Bambaşka elbiseler giydirirler Kan rengi, barut rengi, duman rengi Kin tutar kir tutmaz.
İstanbul deyince aklıma Kocaman bir dalyan gelir Kimi paslı bir örümcek ağı gibi Gerinir Beykoz'da Kimi Fenerbahçe'de yan gelir Dalyanda kırk tane Orkinos Kırk değirmen taşı gibi dönmektedir Orkinos dediğin balıkların şahı, Orkinos mavzerle gözünden vurulur Denizin içinde ağaçlar devrilir Kan çanağına döner dalyanın yüzü Camgöbeği yeşili bulanır Bir çırpıda kırk orkinos Reisin sevinçten dili dolanır Bir martı gelir konar direğe Atılan kolyosu havada yutar Bir başkasını beklemez gider Balıkçı gülümser tatlı tatlı Adı Marika'dır bu martının der Her zaman böyle gelir böyle gider.
İstanbul deyince aklıma Adalar gelir Dünyanın en kötü Fransızcası orda harcanır Çalımından geçilmez altmışlık madamların Ağzı dili olsa da tenhadaki çamların Görüp göreceği rahmeti anlatsa insanların.
İstanbul deyince aklıma kuleler gelir Ne zaman birinin resmini yapsam öteki kıskanır Ama şu Kızkulesi'nin aklı olsa Galata kulesine varır Bir sürü çocukları olur.
İstanbul deyince aklıma Tophane'de küçücük bir sokak gelir Her Allahın günü kahvelerine Anadolu'dan bir sürü fakir fukara gelir Kimi dilenecek dilenmesine utanır Kiminin elinde bir süpürge peyda olur uzun Dudaklarında kirli paslı bir tebessüm Çöpçü olmuştur bugüne bugün Kiminin sırtında perişan bir küfe Kiminin sırtında nakışlı semer Şehrin cümbüşüne katılır gider Kalın yağlı bir kolana koşulur Piyano taşırlar omuz omuza Kendinden ağır yükün altında adamlar Balmumu gibi erir dururlar Sonra kanter içinde soluk alırlar Nazik eşya nazik hamallar ister neylersin Ama onlar kadar piyanoyu ciddiye alırlar mı dersin Nazdan nazik çiniden bilezik eller Derken Karşı radyoda gayetle mülayim bir ses Evlere şenlik Üstad Sinir Zulmettin Hacıyağına bulanmış sesiyle esner: Gamı sadiyi felek Böyle gelir böyle gider.
İstanbul deyince aklıma Stadyum gelir Güne güneşe karşı yirmibeşbin kişi Hepsinin dudağında İstiklal Marşı Bulutlar atılır top top pare pare Yirmibeşbin kişilik bir aydınlık içinde eririm Canım ağzıma gelir sevinçten hilafsız İsteseler bir gelincik gibi koparır veririm.
İstanbul deyince aklıma Stadyum gelir Kanımın karıştığını duyarım ılık ılık Memleketimin insanlarına Daha fazla sokulmak isterim yanlarına Ben de bağırırım birlikte Avazım çıktığı kadar Göğsümü gere gere Ver Lefter'e yaz deftere Stadyum gelir İstanbul deyince aklıma Binlerce insanın aynı anda Aynı şeyi duymasından doğan sevincin Heybetini düşünürüm Birbirine eklenir kafamda Binler yüzbinler milyonlar Sonra bir mısra havalanır ürkek Bir uykuyu cananla beraber uyuyanlar.
İstanbul deyince aklıma Yahya Kemal gelirdi bir eyyam Şimdi Orhan Veli gelir Demindenberi dilimin ucundasın Orhan Veli Demindenberi senin tadın senin tuzun Senin şiirin senin yüzün Yaralı bir güvercin misali Başımın üstünde dolanır durur Gelir sessizce konar bu şiirin bir yerine Neresine mi arayan bulur Erbabı bilir Deli eder insanı bu şehir deli Kadehlerin çınlasın Orhan Veli.
İstanbul deyince aklıma Sait Faik gelir Burgaz adasında kıyıda Mavi gözlü bir çocuk büyür döne döne Mavi gözlü bir ihtiyar balıkçı gencelir küçülür İkisi bir boya geldi mi Sait kesilirler Bütün İstanbul'u dolaşırlar elele başbaşa Ana avrat küfrederler uçan kuşa eşe dosta Sivriadada da martı yumurtası toplarlar çilli çilli Ziba mahallesinde gece yarısı Sabaha Galata'dan geçer yolları Maytaba alacakları tutar kahvede Zararsız bir deliyi Ula Hasan derler gazeteyi ters tutaysun Çaktırmadan gazetesini tutuştururlar fakirin Sonra oturup sessizce ağlarlar.
İstanbul deyince aklıma Sait Faik gelir Taşında toprağında suyunda Fakirin fukaranın yanıbaşında Bir kalem bir bilek bilendikçe bilenir Kıldan ince kılıçtan keskin Hep iyiden güzelden yana Hep kimsesizlerin.
İstanbul deyince aklıma Sait'in son yılları gelir Hey Allahım en güzel çağında Sait'e Dört beş yıl ömrün kaldı denir Sait Sait olur da nasıl dayanır Mavi gözlü çocuk boşverir ölüm haberine İhtiyar balıkçı pis pis düşünür Bir zehir yeşilidir açılır Bir yeşil ki ciğerine işler adamın Bir yeşil ki kasıp kavurur Küçük mavi çocuk İhtiyar balıkçı Ve dilimize bulaşan zehir yeşili İstanbul çalkalandıkça bu denizlerde dipdiri Dilimiz yaşadıkça yaşasın Sait'in şiiri.
İstanbul deyince aklıma Sabiyem gelir Sabiyem boynundan büyük bir demetle Sarıyer'den gelir Pendik'ten gelir Bahar nereden gelirse velhasıl Sabiyem oradan gelir Ne delidir ne divane Aslını ararsan çingenedir Tepeden tırnağa güneştir Topraktır Anadır Analar içinde bir tanedir Biri sırtında biri memesinde biri karnında Karnı her daim burnundadır Canını mendil gibi takar dişine Yürekten birşeyler katar işine Bir ucundan girer şehrin ötekinden çıkar Alçakgönüllüdür Sabiyem Hem masa satar, hem göbek atar Ver bir çeyrek güzelim der Neyse halin o çıksın falin Canı çıkar Sabiyemin falı çıkmaz Sonra anlatır dün gece başına gelenleri Görürüm üryamda bir sarı yılan Cenabet uğraşır durur benimlen Uyanır bakarım benim bebeler Yatağın ucuna kaymış Ayağımın parmaklarını emer.
İstanbul deyince aklıma Bir basma fabrikası gelir Duvarları uzun masaları uzun sobaları uzun Dal gibi dalyan gibi kızlar çalışır bütün gün ayakta Kanter içinde mahzun Yüzleri uzun elleri uzun günleri uzun Fabrikada pencereler tavana yakın Al topuklu beyaz kızlar dalga geçmeyin Dışarda ağaçlar dizi dizi Duvarlar duvarlar uzun duvarlar Niçin ağaçlardan ayırdınız bizi Dışarda tarlalar turuncu, asfalt mosmor Dışarda dışarda dışarda Mevsim gürül gürül akıp gidiyor Ondokuz yaşında Eyüp'lü Gülsüm Dalmış beyaz köpüklü akışına ipeklilerin Kötü kötü düşünüyor İpeğin akışına doyum olmaz Ama gel gör ki ipekli emprimeden oğlana don olmaz Bir top Amerikan bezi sakız gibi beyaz Bir top Amerikandan neler çıkmaz Perdeler yatak çarşafları çoluğa çocuğa çamaşır Sakız gibi ağarmış bir top Amerikan bezi Gülsüm'ün gözleri kamaşır Üçüncü oğlanı doğururken Gülsüm Bir top Amerikana hasret sizlere ömür Gülsüm'lerin sürüsüne bereket Yerine bir Gülsüm'cük bulunur elbet Gider Gülsüm gelir Gülsüm Azrail ettiğin bulsun.
İstanbul deyince aklıma Ağzına kadar soğan yüklü bir taka gelir Sülyen kırmızısı üstüne zehir gibi yeşil Samsun'dan Sürmene'den Sinop'tan Yaz demez kış demez mutlaka gelir Kirli yelkeninde yeni bir yama Demirinin pası gelir dilime Nabzımda duyarım motorunun hızını Canımın içine sokasım gelir İri kalçaları pullu denizkızını.
İstanbul deyince aklıma Takalar gelir Alçakgönüllü kalender Ya Peleng-i Deryadır adları ya Şimşir-i Zafer İstanbul deyince aklıma Koca Sinan gelir On parmağı on ulu çınar gibi Her yandan yükselir Sonra gecekondular gelir ardısıra İsli paslı yetim Eyy benim dev memesinde cüceler emziren acayip memleketim...
Bedri Rahmi Eyuboğlu
|
||
Yeryüzüne ayı indir o bir şehir olsun Yaklaştıkça büyüyen Ayrıntıları setleri bahçeleri Yumuşak çizgileriyle ortaya çıkan İşte ben o şehri yaşadım yıllarca İstanbul’da parça parça Çeşmelerinde ayı yaşadım Servilerinde ayla birlik bölündüm Ayla birlik yaralandım İstanbul mezarlıklarını aydınlatan ayla Soludum bölük bölük ahiretin Keskin çizgili özgürlüğünü Kanlı canlı özgürlüğünü ay kesmesi İçtim sıcak bir yaz günü içilen buz gibi bir vişne şurubu benzeri Kutsallığın ballı biberli çilekli çile kevserini İstanbul’dur bu otuz yıl kana kana yaşadığım Taşlarına adeta resmim işledi Ben İstanbul’da dağıldım zerre zerre İstanbul damla damla içimde birikti Mermer tozu gelip gelip içimde oluştu bir şehir Bu yeryüzünden ve gökyüzünden ötedeki şehirdir O bir kılıçtır Doğudan Batıya uzanıp Çin ipeğinden örülmüş şeytan kozasını bölen Darbeleriyle Batı çeliğini lime lime eden O Tanrı’nın kılıç halindeki hilali İslam ruhunun kristalleşmiş heykeli İçimin sesi rüyamın öfkesi merhametimin şehri İstanbul’a gel oruç günleri gez gör ve dinle derinden Taştaki oymalarını incele bir er gözüyle Semerkant’tan kalkıp gelmiş erlerin gözüyle gör her yeri Camileri mezarlıkları çeşmeleri ve sebilleri Git Sümbülefendi’ye servilerden sor olan biteni Merkezefendi’de tüket maddeyi yırt maddeciliğin kefenini Bağdat’ta ebedi bağı ruhun ve ilahi hikmetlerin Şam’da son sınırı manevi medeniyetlerin Kozmik bakış metafizik sezgi Bağdat’tan dal, Şam’dan yaprak Diyarbekir’den çizgi Hep İstanbul’da kırık dökük Parçalanmış silinmiş sönmüş Hayaletler gibi kaçmış gizliliklere Loş boşluklara sığınmış kan rengi bir huzur arzusu Sabah Karacaahmet’te öte şafak kırmızısında savaş borusu Sökün eder her sabah ufkun bir ucundan yeniçeriler Su şırıltısından gök gürültüsüne değin Bütün seslere düzen vermiş ebedi mehter Yok olduysa bu şehir ruhu ruhuma sindi Ben yaşadıkça o yaşayacak bende Kimbilir belki o da dirilecek benimle İslam Milletinin dirilişinde O yeniden güneşin güneş ayın ay ve dünyanın dünya İnsanın insan olduğu o günde Ölümün biliyorum ey İstanbul diriliş içindir Öyleyse indir ruhunun teslim bayraklarını indir göm toprağa Doğrul ve kalk ayağa Kemiklerinle etin arasında Sonsuz güç topla korku ve muştuyla Mucize muştusuyla Yüreğim yırtılıyor çınlıyor ağlıyor yüreğim Fırtına yaprak yaprak dökülüyor Gecenin tüyleri savruluyor havaya Ölümümü kutlayan Arz oğullarıyla Mübarek toprağın anlamından bile yoksun Taşın demirin mermerin ve tozun metafizik kadrine bile düşman Kabus ruhumu çalmak isteyen hırsız Madde dönüşür binbir şeye ama ruh kaybolmaz Altın madeni gibi pırıl pırıl kalır ve solmaz Ve ben kardan geldim ama denizi üstlendim Denizi yüklendim adeta denizle evlendim Denizle yaşadım denizle öldüm Öldükten sonra denizin gözlerini gördüm Denizden denize yükseldim Birliğin şarkısını işittim dinledim derinliklerinde Sedeflerinden yapılmış İstanbul camilerinin taşları Beyaz güvercin kanadı köpüklerinde kubbelerini gördüm camilerin -Ama gizleyerek saklayarak itiraf etmeyerek- Bursa’dan gelen yeşil bu denizi boyadı gökten sonra Ve trenler şifreli düdükleriyle trajedileri perdelerken Dönüp bir köşeden ötede kaybolurken Ben kayalarını denizin ahenkleştirdiği kıyılarda Gerçeği koğaladım hayal meyal görünen kelimeler arkasında Ve derken birden karaya sıçradım Ayasofya Padişah türbeleriyle örtülmüş maskelenmiş şehzade mezarlarıyla Kayboldu o deniz o kentle birlikte Rabbim bildir bana olup biteni O yeşil ötesi ışığı o güneşi tahlil eden su çizgisini Ve sen ey Avrupa yerin dibine batacaksın bitmez tükenmez suçlarına karşılık Ve derken Ayasofya yüzüme çarpan karanlık Serin ve kilim nakışlı kızıl gözlü dev bir cam gibi Ve kılıcımın ucunda Ayasofya küçük bir bilya gibi Uçuyorum göklerin kubbesine bir ikram gibi Gök sofrasında bir çeşni bir garnitür gibi Kalk ve kavra ruhum bir kadavra gibi solan bu göksel yapıyı Bir kartal taşırken yere düşmüş Ve kalakalmış kaldığı yerde Sonra karanlıklardan çıkan kartallar tünemiş üstüne Yemişler ötesini berisini Ey kozmiğin kemirdiği bir kent gibi yükselen yapı Ey Allah’a açılan ve kapanan ulu kapı Bir at gibi soluyorsun kulelerinle Deniz öfkenin köpükleriyle benekli Gel barışın köprüsü ol içimizde dışımızda Yeniden sularından içelim kana kana Savaşabilirim bugün bütün dünyayla Gerekirse Ruhumuzun susadığı hakikat olan Evrensel İslam Barışının zaferi için Aşk için Tanrı hakikati aşkı için Göğe çıkan İsa yere insin diye -Fazla çıkardılar göğe- Gel ey Muhammed ve İsa hakikati Burada sizi bekleyen bütün bir insanlık var Bulutlar yaralı insanlar zehir saçan fırtınalar Kara-düşünce fırtınalarıyla yüklü kurşun levha havaları Savaşırım doğudan daha doğu Doğrudan daha doğru olanı bulmak için Zulme karşı savaşabilirim İnsan başı yalnız Tanrı önünde eğilecektir Ebedi hakikat budur Bunun için savaşırım ben Bunun için kanım helal olsun Şehrimin altına özgür Tanrı aşkını yazmak İstanbul’u yeniden Tanrı şehri yapmak Bunun için savaşırım ben Servi için savaşırım çınar için savaşırım Tozlanmamış gün doğuşu için Yıldızlar geceleri yeniden görünsün diye Tuz deniz damlasında gülsün Çam denizle gülüşsün Su tenimizle barışsın Ruhumuzla ışısın diye Savaşçıyım ben atalarım gibi İstanbul için savaşırım Bağdat’ın dervişlik ortağı Şam’ın kılıç kardeşi Olan İstanbul için Benim güneşimden öteye kimse gidemez Benim güneşimin üstüne doğmadığı hayat hayat değil “Benim duvarımdan yüksek duvar haraptır” Gerçek özgürlüktür kölelik değil Tanrı’ya kulluk İstanbul olacak yine gerçek özgürlüğün türküsü Kıyamete kadar söylenecek türkü Sezai Karakoç |
|
||||
Günlerden bir gün İstanbul`da Sabah oldu eşya ışıdı Bahçedeki horoz öttü Horozun öttüğünü duyunca Türkü tutturdu Bir çiçek keyfine göre... İşler bu yola döküldü mü, İnsanoğlu durmaz Yatağımdan kalktım Kahvaltı ettim Geceden kalma ne varsa Ceketimi giydiğim gibi Sokağa çıktım Bir rüzgar esti hafiften Sonra durdu Yağmur çiseliyecek gibi oldu Bir tramvaya atladım Doğru parka gittim Sıranın birinin üstüne Uzandım Gökyüzünü seyrettim Gökyüzü de bir türkü söyledi Gökyüzünün türküsü de Horozunkine, çiçeğinkine uygundu Öylesine maviydi gökyüzü Öylesine derin Öylesine sonsuz Ama bıkılıyordu gökyüzünden Kalktım kahveye uğradım Bir çift söz ederim dedim Ahbap aradım Bulamadım Bulamayınca Elim şakağımda Düşünmeye vardım Derken öğle oldu İş yerleri boşaldı Cümle halkın karnı acıktı Ben de acıktım Bir köfteci dükkanına girdim Köfteler kızardıkça Ortalığı bir duman sardı Bir soğan kokusu Öğleden sonra da geçti aynı minval üzre Yalnız bir aralık Bir sevda yaşadım düşümde Büyük bir caddeden geçerken Bir kadın görünce balkonda Saçları alabildiğine sarıydı Bugüne dek Görmediğim acaip kuşlar havalanıyordu Sabahlığında Sevdalandım düşümde O benden habersiz Akşam gelecek aşığına Hazırlandı durdu aynasında Gönlü sevdayla dolanların Son uğradıkları meyhane Bir yudum aldım da Kendimi buldum kocaman bir denizde Nelerin unutulup gittiği nelerin İzi bile görünmeyen gemilerin Akşamları sokakları dolduran serinlik Bir kahvecinin Kahvesinin bahçesini suladığı Anı hatırlattı bana Bütün gün taban teptim İçimde bitkinlik Akşamı ettim Sabahattin Kudret Aksal
kaynak:www.istanbul.net.tr İSTANBUL BÖLÜMÜ İÇİN TIKLAYINIZ |